Dünya denen bu büyük kaosu bir arada tutan, onu sonsuzluk boyunca uzağa, uzaklığa savrulmasının önünde duran şeye biz mana diyoruz. Tarih diye anlatılan öykünün içinde özgürlüğe adanmış her eylem, her söz, adı geçen mana’nın içinden sızar, binlerce yılın damıtılmış bilgisi bir sır olur, mırıldanır en yakındakine…
Bütün özgürlük örgütleri böyle kurulur. Bütün manifestolar böyle yazılır, aşikar olana değil, bilinmeyene dair bir yolculuktur yaşanan.
İnsanı bir ekonomik birim olarak algılayan bütün fikirler, onu çalıştığı iş, başında durduğu tezgâh, sırtında taşıdığı çuval, önünde oturduğu klavyeden ibaret gören bütün fikirler, yeni bir insan inşa edemez. İnsan inşadır çünkü… Devletler bunun için vardır. Devlet bir zor aygıtı olarak sadece düzenlemez, aynı zamanda kurar… İnsan kurar. Bedeniyle, duygularıyla, varoluşuyla insanı inşa etmek ister devletler… Edemediği yerde imha eder.
Devletin söz geçiremediği şeye mana diyoruz. Binlerce yılın sırrına, sinede ateşler içinde bekleyen cevahire, isyan ettikçe insana yürüyen bedeni saran o hisse… Mana diyoruz.
Bizim cümle serçe çırpınışımız bu’nadır. Bunadır mezarlıkların en güzel yerlerinde yatanlarımız, bunadır kendimizde hiç görmediğimiz o büyük cesaret, büyük adalet.
Meta’dan manaya yürüdüğümüz, kendimizi inşa ettiğimiz, bir tarihe bağlandığımız yerde hakikatin politikası çıkar karşımıza. Biz iktidar için değil hakikat için dövüşürüz.
19 Ocak ile Gezi’yi birbirine bağlayan asıl damar bu hakikatte yerini bulur. Bu toprakların gördüğü en büyük Anti-Faşist yürüyüş kolu, Elmadağ’dan Taksim’e ulaştığında adı Gezi olur. Hrant Dink’in ayakkabıları bir manifestodur. “Nasıl Yaşamalı?” sualine hayatın yanıtıdır. O delik papuçları, Antakya’da Ahmet Atakan’ın hırpalanmış ayakkabılarının yanına koyan da o yürüyüş koludur.
Tuzla’da Ermeni yetimlerin elleriyle kurdukları hayat, bizim medeniyet karşısındaki sığınağımızdır. Ankara barikatlarında kuru ekmek yiyerek direnen çocukların taşıdıkları taşlar aynı sığınağın duvarlarını örer.
19 Ocak’ta kapkara bir yürüyüş kolunu oluşturanlar; kent sürgünleri, şehrin uç mahallerinin asi çocukları, kalbini cüzdanlara bozdurmayanlar, hakikat işçileri, yüz yıldır soyuna kırım düşse de hürriyet şarkılarını ezbere söyleyenler… Gezi’de bir kere daha randevulaştılar. Özgürlükçü olanın dili ve havsalası yaslı bir törenden şenlikli bir isyana ulaştı.
19 Ocak’ta ölen hemen o sabah dirildi. ‘Bir’ ölüm ‘bir buçuk milyon’ ölümün sarsıcı hafızasıyla indi Anadolu ve Mezopotamya’nın derin yer altı sularına. Toprak ölümü damıttı. Ölüleri aynı suyun içinde kutsadı. İçilen ab-ı hayat bu’ndadır.
Burada sayıklarımızın seçimlerle, üye olunan partilerle, gündelik hırslar, kariyer stratejileri ile bir ilgili yok. Orada bir ilgi yok zaten. Orada verili düzenin insanda bıraktığı hasar var. Siyaset yapmak ile hakikati temsil etmek başka şeylerdir. ‘Hrant’ olmak, onun ‘arkadaşı’ olmak üç kuruşluk dünyaya heves etmemek, dervişliği anlamak, garibanlık mertebesini sinede övünçle taşımaktır.
Hayat bizden hakikat bekler. Hakikati yaşanabilir kılmamızı. Hrant’ın suretinde parıldayan Ahmet Atakan bizden hakikat rica eder… Yetimliğin siyasetini garibanlığın siyasetine karıştırır ki anlatılan duygu’sal bir şey değil, gövdede cevahir ile yerini bulacak acı bilgidir.
Garibanlık diyeceğiz ki mana’sını Neşet’in arşivinden, Uğur Kaymaz’ın kurşunlanmış ucuz triko kazağından alacak, bizi cümle işsizlik, yoksulluk, kalp sıkıntısı günlerinde hayata sımsıkı bağlayacaktır.
19 Ocak’ta Ne Olmuştu?
19 Ocak’tan bu yana bir çağ geçti. Hrant’ın arkasına sıralanan büyük kortej, büyük barikatlarla buluştu. Hrant’ın devlet eliyle öldürülmesinin ardından açılan bütün deflerler, Haziran barikatlarında temize çekildi. O vaktin dökümünden bu güne ise bambaşka bir anlam ve anlatım devrildi. O günlerin içinde yan yana gelinen kimileri çok öteye, o günlerin uzakta olanları ise yakına geldi.
O günlerin manşetleri çok çabuk eskidi. O zamanın kelamcıları da… Hrant eskimedi. O anlaşıldı.
Haziran’ın barikatı Tuzluçayır, Armutlu, Kadıköy ve yine Taksim barikatlarıyla bir kışa girdi.
Kış bizi biriktirdi. Derinleştirdi. İsyanın coşkusunu, isyandan bir hayat kurmamız gerektiği bilgisiyle kıyasıya sınadı.
Devletin Ermenilerden çaldığı mezarlık Gezi Parkı oldu. Park edilen mezarlık AVM ile değiş tokuş edilecekti ki… Barikat ile hakikat birleşti. Ermeni mezarları şimdi hakikat ister Hrant’ın simasında, duruşunda…
Evren’i saran mana’nın, yaşadıklarımızdan hayat yapan mücadelenin, hayatı direniş alanı haline getiren devrimciliğin içinden, yeni bir çağa yürüyoruz. Cümle garibanın, yoksulun, kalbi kırılmışların ‘hakkın alacak’ zamana…
Balıkların, kuşların ve uğultulu ormanların bir hükmü var bizim üzerimizde.
Hrant’ın üzerimizde emeği var.
Birbirimizde hatrımız var.
Toparlanacağız hep birlikte…
19 Ocak 2014