Evren Barış Yavuz
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan halkın zanaat, sanat ve ticaret alanındaki örgütlenmesini içeren Ahilik, belirli kurallar içinde gelişirdi. Bunlardan en önemlisi ise Ahi olamayacak olanların listelenmesiydi belki de… İnsan öldürenler, hayvan öldürenler (kasaplar), hırsızlar Ahi olmazlardı. Cana kıymak erken Anadolu’da bir “ayıp” idi.
Hayvanları önce hayvan* tasnifi içinde değerlendirmek, sonrasında ise onları yenebilir hale getirmek insan uygarlığının en derin açmazlarından biri olarak ve sömürü – sömürme – öldürme alışkanlığının kaynağı olmaya devam ediyor. İlk kapatma “hayvanlara” idi. Sonrasında o kafeslere diğer insanları koydu tarihin egemen insanı… Siyahlar oldu, yerliler, kadınlar, çocuklar, öteki görülen diğer insanlar… Esir pazarları için, toplama kampları için, sirkler için aynı kafeslere kondu.
Uygarlık mezbaha ile gelişti, onun göz ardı edilip saklanmasıyla. Vegan, vejetaryen besleme, “hayvan” özgürlüğü tartışmaları içinde çok temel bir nokta var. Konu bir gastronomi konusu değil bir etik konusu. Bir hayvanı yemek ya da yememek bir mide sıhhatinden çok tarihsel kökleri olan, eski insandan kopuşun işareti. Bir imtiyazdan vazgeçmek bu.
Bir erkeğin, erkeklik imtiyazından, bir beyazın siyaha karşı üstünlük öğretisinden, bir hetero-bireyin cinsiyetçi yargısından, bir zenginin mülkiyetçi ideolojisinden vazgeçmesi gibidir. Nasıl bu üstünlükleri sarsmak politiktir.
“Hayvan” yememek de politiktir.
Kişisel olarak 4 yılı aşkın süredir hayvan (et, tavuk, balık vb.) yemiyorum. Kadıköy’de bir akşam üstü tavuk döner yerken vazgeçtim. Önceleri doyamadım, çok hamur işi ve şeker yedim, zorlandım. Sonra alıştım, öğrendim. Tüm büyük dönüşümler bir öğrenmedir çünkü. Ne vegan, ne vejetaryen gibi bir tanım kullanmadım kişisel olarak. Ne “etsiz event” işlerine gittim ne başka bir sosyalleşme sürecine katıldım. Esnaf lokantalarında taze fasulye yedim. Zamanla alıştılar, “abi bu sana göre değil” demeye başladılar.
İş yerimde ilk kez etsiz menü ben talep ettim. İlk süreçte salata yemekten helak oldum dış mekân işlerde… Zamanla alıştılar, etsiz menüler koymaya başladılar. Çünkü bir düşünce toplumsallaşırsa gelişir.
Yüzlerce insanla sohbet ettim, kimseyi suçlamadım, kimseye yafta vurmadım, sadece derdimi anlattım. Kimi yerde anlaşıldı, kimi yerde anlaşılmadı ama bir alan açıldı zihinlerde. İlk kez duydukları şeyleri önce inkâr eder insanlar. Tarihin huyu budur.
Bütün peygamberler taşlanmıştır değil mi?
Ben mesela içinde büyüdüğüm mahalle homo-fobiktim… İlk kez bunların aksi fikirleri duyduğumda zorlandım, öğrendim, kendimle yüzleştim. Elbette insan süreçtir tamamlanmış değiliz ama o günlerden bu günlere bir mesafe aldığımı düşünüyorum. Hayvan özgürleşmesi de böyle olacak.
Bundan 150 yıl önce kadınlar böylesine güçlü siyaset yapacak desem, bana ilk hem cinslerim gülerdi. Siyahların böylesine önemli aşamalar kaydedeceğini söylesem, beyazlar bana gülerdi. Yerlilerin onca katliama rağmen haklarının teslim edileceğini söylesem, kolonyalist efendiler benimle dalga geçerdi. Çocuk haklarından bahsetmeye henüz 50 yıldır başladık. Diğer canlıları yemek konusunda da süreç böyle olacak, mücadele ile bazılarının olan doğru, evrensel doğru haline gelecek ve bu sandığınızdan hızlı olacak.
Hayvanlar için mücadele eden biri öncelikle “kazanımcı” olmalıdır. Örgütleyici ve sabırlı. Kişisel öykülerimizi değiştiren şey, toplumsal öykümüzü değiştirecektir. Belki bir devletimiz olmayacak ama bir devletten daha güçlü bir “hayatı”ımız olacak.
Tüm haksızlıkların bir tarihi var ve onu dönüştürmek de bir süreç işi. Öteye itip örselemek, mesafe alma hakkını elinden almaktır. Toplumsallaşmayan şey özgürleştirmez.