Biz Dünyaya Kanlı Bir Avuç Tarafından Savrulmuş Tohumlarız

Categories Genel, YazılarPosted on

Evren Barış Yavuz

Şimdi.

Geride kalan zamanın sıcaklığı hafiften hissediliyor. Gelecek ise o kadar uzaktaki, sürekli anlatıp duruyoruz, sürekli uzaklaşıyor ve belki bu nedenle soğuk bir duygusu var. Geçmişi kaybetmiş, geleceği kazanamamış gibi, salınıp duruyoruz iki zamanın yapma ayrımında. Şimdiye dair sözümüz yok, şu an olmakta olana temas edemiyoruz, hemen şurada, gözümüzün önünde yaşanıp gidiyor zaman. Biz geçmişi özleyip, asla geri gelmeyecek. Biz geleceği anlatıp, asla sandığımız gibi olmayacak, kör oluyoruz zaman tayfından.

Çünkü geçmişi onarak, geleceği kuracak gücümüz yok. İnsan inşadır, insan inşa edilmiştir, yıkmadan kuramayız, kuracak gücümüz yok, çünkü yıkacak gücümüz yok. Şimdinin tüm yükünü sırta vurup bir gelecek için ama sadece birimizin, birilerimizin olmayan, hepimizin olan bir gelecek için inşa etmeye başlamalıyız. Saklanacak yerimiz yok, kaçacak bir yer, kaybolacak kentler yok artık, dünya haritasında her izimiz belli. Yerimiz belli, üstümüz açık, evimiz yok, evsiz olduğumuzu da bilmeyecek kadar evsiz, ev bilmez haldeyiz.

Düş ve Karadüş.

Yaralı yalvaçlar arıyoruz. Yalancı peygamberler, düşmüş tanrılar, incitilmiş melekler. Bizi iyileştirecek şifacılar, büyücüler, simyacılar arıyoruz. Taşı altına, ipi yılana, elleri pençeye dönüştürecek büyük sihirler. Maddileşmiş, kaskatı kesilmiş bir dünyada, mana diye bir şey arıyoruz. Dinlerin, dillerin, sonradan verilmiş kimliklerin iyi edemediği var-olmak sancısını iyi edecek bir mana isimli bir şifa. Arıyoruz. Bize benzesin istiyoruz; yalvaç da, peygamber de, tanrı da, melek de… Bizim gibi yara taşısın, yamru yumru yanları olsun istiyoruz. Güzellik bizi mutsuz ediyor, tamamlanmışlık bizi hasta ediyor, çünkü yalanla sınandık, yalanla doyurulduk, yalanla dolduruldu kan damarlarımız. Şimdi hakikate aptalca tutkumuz bu yüzden. Düş sanmıştık yaşadıklarımızı, yalanmış, şimdi bir Karadüş kuruyoruz. Farkında bile değiliz. Biz, bizim hakkımızda hiç bir şey bilmiyoruz. Biz dünyaya kanlı bir avuç tarafından savrulmuş tohumlarız. Kanlı bir avuç; yeryüzü, yatağımız.

Buğu.

Yüzlerinizde keder. Elleriniz sıkıca bastırılmış gövdenize, ayaklarınız aceleci, yüzünüzde kuru kabuklar, saçlarınızda is, göğsünüzü yakan egzoz ve metalik hava, otobüs camlarına nefesiniz yapışmış. Otobüs camlarına, minibüs camlarına, iş yeri camlarına, nefesiniz bir katman olmuş. Üzerine bir şeyler çiziyorsunuz, bir şeyler yazıyorsunuz. Adınızı, çocukluk kokan ev suretleri, anlamsız desenler, kalp, kalp, kalp. Kalbi solmuş insan dünyasının, yeryüzüne sürülmüş kalbi. Bizim kutsal kitabımız o buğulara yazıldı. Kurtuluş umudunuz o buğulara, size bu yüzden bir kış verdik, sizi kirletilmiş kent kışlarıyla sınadık bu yüzden… Bir an bile olsa bu dünyaya kanmayın diye, baharın ve yazın yalana teşne olasılıkları içinde kışın imkansızını görün diye size kışı verdik. Eğer böylesi büzülmüş olmasaydınız, böylesine üşümüş, üşenmiş olmasaydınız bizi anlamaz, bize inanmazdınız. Çünkü buğulara yazdık. Buğulara bir çalınmış evinizi, unuttuğunuz sürülmeleri, sineye çektiğiniz haksızlıkları hep buğulara yazdık.

İnsan İnşa Örgütü

Bu insanı kim kurdu? Kim böylesine mucize ile hayal kırklığı arasında bir şeye ten giydirdi. Doğa bunu neden yaptı, yeryüzü buna neden izin verdi, evren nasıl tahammül etti insana. Bir sıfat olarak nasıl tanımladı dil bunu… Mucize ki delirtir. Hayal kırıcı ki öldürücü. Vahşetin ve zarif şeylerin yan yana koyulduğu bunca olan bitene kim tarih dedi. Bunu yıkmalıyız. Kimseye demeden, kimseye göstermeden, ikna etmeye çalışmadan, pankartlara yazmadan, çağrılara düşürmeden bunu yapmalıyız. İnsanı yıkmalı ve yeniden bir can tanımı bulmalıyız. O yüzden işte bak, görmüyor musun? O yüzden işte önce kötülük vardır, iyilik bir emek estetiği. O yüzden işte önce rekabet ve mülkiyet vardır, pay etmek ve omuzdaşlık bir derinlik biçimidir. Bencildir bu inşa edilen insan, bizim için uygun değildir henüz duyuları. Onu yıkacağız. Onu taptığı dünya sömürüp bir kabuk gibi atacak, onu aşk ettiği kutsallar yüz üstü bırakacak, onu ütopyası sandığı anlatılar paramparça edecek… O sırada biz geleceğiz. Biz geleceğiz ve kulağına fısıldayıp;

“nasıl da yıkıldın bak, artık onarma bunu, yeniden inşa etmen lazım” diyeceğiz.

Birilerinin ütopyasının, diğerlerinin ditopyası odluğunu biliyoruz biz.

Öğreteceğiz.