Evren Barış Yavuz
Kalbimiz dediysek işte o hep anlattığım, yumruğumuz kadar olan. Sıkılı bir yumruk kadar olan kalbimiz.
Bahçeler suladım, ağaçlar sevdim, rüzgâra baktım. Bu dünya içinde bir can olarak varım, varlığıma anlam düşlerim, düşündüklerim ve sevdiklerim. Bir an olsun yaşadığınızı fark edin, tüm bu gürültü bir yana bir kalp atışı bir yana.
Oradan başlayacağız. Orada cebindeki harçlığını arkadaşıyla paylaşan çocukların zarafetinden yola çıkacağız. Başka yok yok. Başka bir imkân yok bizim için. Bizi yendiler çünkü. Bizi kendi hassas yerlerimizden vurdular. İnce bıraktığımız, övündüğümüz şeylerimizden esir aldılar bizi. Bizi yendiler. Bizi yendiler onlar, onlar… Onlar çok kalabalık.
Biz tam olarak kimdik? Kimlerden oluştuk… Bizi bir araya toplayan neydi. Bir ıslak yorgan, bir kuru ekmek, bir yanık ezgi vardı oysa ilk başta. Bizi yendiler, barbarlar değildi onlar, bizi yendiler orduları yoktu. Bizi bizsiz bıraktılar öyle yendiler. Paralar yaktık, mücevheratı çekiçlerle ezdik, camları kırdık, yapılı evleri böceklerin ve sıçanların yurdu olsun diye açtık. Yenildik. “ak libaslarımıza” sürüldü zalimlerin kredi kartları. Düşük faizli kredilere kelle verdik.
Canımızda ten kuşları ötüyordu. Olsun. Yeniden başlayacağız. Camlı dev canavar gökdelenlerin dibinde, gürültülü ve bağnaz eğlencelerin eşiğinde, süsüne insan eti harcanmış zamanın pençelerinin dışında bir gün ışığına tutunacağız. Rüzgâr bizim dilimizdir, imandır beton kenarına tutunan otun bize verdiği, bilgidir en güzellerimizin ölümünden damıtılan sıvılaşmış acı. Bizi biz yapan delilik, bizi bize benzeten sarhoşluk, bizim aniden sarılmalarımız, aptalca ağlamalarımız, utanarak ettiğimiz küfürler, kalbimiz, kalbimiz, bu kalpsiz dünyanın içinde bir kan ve kas denizi olan kalbimiz…
Kalbimiz dediysek işte o hep anlattığım, yumruğumuz kadar olan. Sıkılı bir yumruk kadar olan kalbimiz.
Bahçeler suladım, ağaçlar sevdim, rüzgâra baktım ben. Beton denizi içinde yüzdüm, egzoz soludum, plastik meyveler yedim, kireçli sular içtim. Bu akşamı da ettim ömrümden, ömrümden düştüm bu akşamı da… Bir gün daha eksildim. Öldüm işte bir gün daha. Bizi yendiler, savaşamadık. Çünkü savaşa geç kaldık.
Savaştığını zannedenler de oldu. Onları hiç yenmediler. Çünkü oyunun içine eklediler. Savaşıyormuş gibi yapıp, gerçek savaşı örttüler onlar. Onlar yüzünden yenildiğimizi anlamadık bir süre… Savaş sürüyor sandık. Geç kaldık.
Gencecik çocuklar geldiler, yoksuluz dediler… Yoksul ve ümmîyiz, kimsemiz yok. Babalarımız bizi dövdü, annelerimiz zehirledi bizi, dediler. İnceciğiz dediler, bizi yaraladılar, bizim bakımsız tenimizi, saçlarımızı, narin parmak uçlarımızı kırdılar, dediler. Geldiler ve kitap istediler. Geldiler ve insan yerine konmak istediler. Geldiler ve hayatı nasıl yaşayacağız, bize bir yol gösterin, dediler.
Onları da incittiler. Onları en çok… Onların kimsesi yoktu çünkü. Büyük soyadları, banka hesapları, ailelerinden kalan mirasları yoktu. O çocukları yalandan bir savaşa sürdüler.
Bahçeler suladım, onları andım, anladım. Onların yoksul ve yetim haklarını yiyenleri asla affetmedim.
Yaşıyoruz. Buna yaşamak denir. Yaşamak tam da budur. Çiçeğin de, kelebeğin de, atın da yaşamı bu mücadeledir. Bu çırpınma, bu kan – ter içindeki boğuşmadır. Yaşamaktır aşkına savaşmak, aşkına savaşacak bir şeyler bulup… Yaşamaktır, ölmeye yakın bir yerinde zamanın, senin için solmakta olanın, başkasında ten bulacağını bilmektir.
“Can” vermek can olmaktır. Bahçelerde sulandıkça bizi âşık eden toprağın kokusu işte o içindeki candır. Can kokmaktadır.
Durup yaşanan şeyin bir film olmadığını hissetmek ve üstlenmek gerek. Biziz yaşayan, bu bizim yaşamımız. Yaşamak şuncağız bir şey işte…
Bizi yendiler. Savaşa geç kaldık. Ama başlıyoruz. Bu kez yoksul ve ardı aranmayacak çocukların kalbini kıran, çirkin dostlarımızı da mahvedeceğiz. En çok onları yeneceğiz. Onların sahte savaşlarını bozup, onların küçük tezgâhlarını dağıtacağız. Bize en çok onlar zarar verdi. Öbürleri sadece yendi bizi, bunlarsa bizdeki hevesi kırdı. Heves, nefes ve can… Tüm meselemiz budur. Aşka aşina ama dilsizdir.
Bavul Dergisi, Ağustos Sayısı