EVREN BARIŞ YAVUZ
Yaşamın her alanında korunmuş olanların, ona meydan okuyan hakikatler karşısında yakınmaları aynıdır. İster ayrıcalıklı sınıflardan, egemen cinsiyet ya da yönelimden olsun. Çoğunluğun, ortalamanın, kabul görmüş olanın, yasayı koymuş olanın, tüm bunlardan azade olanla karşılaşmalarında aynı kekemelik vardır. Kekeler ve şaşkınlıkla ve hiddetle haykırır, “bu kadarı da fazla” … Çünkü ayrıcalığa alışık olana eşitlik ihtimali baskı gibi gelecektir. Sanki eşitlik ve özgürlük ondan bölünen ekmek gibi, suyundan alınan damla gibi ağırdır. Çünkü bugüne değil özgürlüğünü ötekilerin özgürsüzlüğü üzerinden kurduğunu içten içe bilir. Bilir ve paylaşmak istemez özgürlüğü, paylaşılmayan özgürlük aslında onu vermeyeni de tutsak eder. Tutsaklığı vermemek için öbürünün özgürlüğünü, giriştiği çabanın bitimsiz kaygısıdır. Moral (ahlaki) olarak özgürlük talep eden her zaman üstündür… Moral üstünlük, tüm zamanın en güçlü zeminidir. Ordulardan, saraylardan, büyük isimlerden, kuvvetli ailelerden de güçlüdür moral üstünlük… En zayıf görünen şey, tarihin yapıcısıdır.
Tozlu raflar, ciltler, hassas el yazmaları, bin bir dilde yazılmış kadim sözler… Tüm kütüphaneler, cümle arşivler, yazının ilk anından bu yana anlatılan tüm hikâye işi yolunda gitmemişlerindir. İki yakası bir araya gelmeyen, sevip kavuşamayan, yola çıkıp varamayan kim varsa onların öyküsüdür anlatılan. Anlatılmaya değer olan da zaten budur, budur öğrenilmesi mümkün olan deneyim, hayret verici cesaret ancak, cesarete gereksinim olduğunda vuku bulur. İnsanı insan yapan da bu zorlanmanın, zorlaşmanın, zora maruz kalmanın tesirinde aldığı kararlar, çıktığı yollar, kırdığı zincirlerdir.
Varlık ancak, varlığını tehdit eden şeyle karşılaştığında ten ve can sınırını keşfeder. Tutsaklık mekânı öğretir, açlık doymanın fark edilmesidir. Bir insana dair duyulan yoksunluk, insanın insanda biriktiği anlamıdır. İnsan düşü, düşüncesi sürekli ikilikler ile anlar şeyleri hep… Ölüm – dirim, varlık – yokluk, çokluk – azlık gibi dizilir kategori bilgimiz başından bu yana. Buna varlıkta saklı yokluğu, ölümde saklı dirimi eklediğimizde düşünme biçimi yeni bir aşama kaydeder.
Aklın, duygunun, sezginin bu biçimde ustalaşması için illa ki deneyim gerekmez aslında. Biliriz ki deneyim tek başına öğreten değildir. Yine biliriz ki deneyimi yaşayan çoklukla onun bilgisine haiz olmaz. Sürüklenir, maruz kalışın donuklaştıran, yüzeyde tutan bir yanı vardır zorlukların… “Deryanın içinde deryayı bilmez bir balık” diyor ya Nazım’ın büyük dili… Bazen kendini adamak, içsel bağ kurmak, “yana” olmak, “yenilen takımı tutmak”, zayıf olanla kavgaya girmek de, kendisi, zayıf olmasa da tercihi yapanı büyütür, derinleştirir.
Hatta çoğu kez, bir kavganın tarafı olmadan ona dalanlar, kendi sorunu olmadan o meseleyi dert edenler, birinin hakkını soranlar, kendi kolayda iken zorda olana koşanlar ağır yükler alır, büyük izler taşır. Kara kaplı kitaplarda onların da yeri büyüktür.
Kişiliğin demi, sözün ağırlığı, hayalin sahiciliği, duruşun kuvveti burada bulur kendini. Hayat büyük öğretmen, en merhametli en gaddar tanrımızdır. Onun kederli ve cüretkâr okullarından gelenlerin öyküsü anlatılsın diyedir bunca canhıraş çaba.
Ve ben biliyorum. Aranızda hiçlikten gelmiş, yoka sayılmış, kimseye yaslanmadan ayağa kalmış, cümle haksızlığın içinden ekmeğini çıkarmış, yetimlik, yoksunluk bilmiş, üç kuruşluk dünyaya tamah etmemiş, ölümü ve dirimi anlamış çocuklar var biliyorum. Hayat sizden razıdır.
Bavul Dergisi, Haziran 2020