Evren Barış Yavuz
Hızır mevsimindeyiz. Alevi inancına sahip milyonlarca insanın dilinde bir dua olacak Hızır. Kimi oruç ile anlam verecek lokmasına, kimi de cem edecek. Hızır işte tam bu esnada bir kez daha dile, dilden söze, sözden eyleme geçecek. Hızır kültü coğrafyamızın dağları, nehirleri kadar eski. İlksel Anadolu inancının bugünlere armağanı, değişse zaman içinde dönüşse de hep aynı darda, zorda olanın, imdat isteyene dil olan bir çağrının adı.
Bu çağın Hızır’ı boz atı üstünde gelmeyecek imdada… Tam zamanında yetişmesi için başka görünümler bulması gerek. Bu çağın Hızır’ı binlerce farklı surette dünyaya dağılmış olan bir ortak duygunun indirgenmiş adı olacak. Bu çağın Hızır’ı biziz. Gaddarlığın amansızca sürdüğü bir çağda, sömürünün, umutsuzluğun kol gezdiği tüm coğrafyalarda artık bir Hızır’ın gelmeyeceğini müjdeleyecek olan da bizleriz. Kendine deva olan bir halk olmayı, darda olana el uzatma, üşüyene sıcak, açlığa lokma, arkada kalanı bekleyen olma… Salt bir iyilikten, iyi “insan” olmaktan söz etmiyoruz. Bir yeni yaşam ihtimalini gündelik ayrıntılar içinde var etme, tene kavuşturmaktan söz ediyoruz.
“Hangi kötülüğe tahammül edeceğimiz hangi iyiliğin peşinde olduğumuza bağlıdır” diyor Richard Sennett, Karakter Aşınması kitabında. Bunca kötülüğe ettiğimiz tahammülün bir yönü de olmalı, bir programı, bir metni olmalı… Yeni bir yaşamdan söz ediyoruz. Onun işte kılavuzu olmalı.
Yaşanan bunca kötü deneyimden öğrenen, öğrendiğinden bir hayat yapan kendini bu dünyada tek ve ıssız zanneden kocaman bir aileyiz aslında. Bizi aile yapan kan bağlarımız değil artık, can bağlarımız, duyduğumuz keder, dişlerimizi sıktığımız öfke, hafızamızda tuttuğumuz fotoğraflar, öykündüğümüz güzel düşler… Ailemiz kalabalık ama kendini bilmiyor. Gücünü bilmiyor. Sürekli “kurtarıcılar” arıyor kendine. Mehdi’yi soruyor, Hızır’ı çağırıyor, geçmişin ılık hayallerini diri tutmaya çalışıyor. Oysa ki hiç biri artık bu zamanın sualine yanıt veremez, kala kala biz kaldık kocaman bir çağdan, çığdan, çağıltıdan…
Biz kaldık ve gaddarlığı gördük. Bunları gördük, görmemiş gibi yapamayız. Geçmişin hizasını çizip, geleceği inşa etmeliyiz. Sadece düşman olduklarımızla değil, dost olduklarımızla da kararlı olmalıyız. Bu coğrafyadan kimseyi kovmadan, kimseyi incitmeden bir yolunu bulmalıyız, bir arada yaşamın.
Bir arada yaşamanın ana yasasını düşünmeliyiz. Nasıl üreteceğimizi, nasıl bölüşeceğimizi, nasıl adaleti tesis edeceğimizi, nasıl doğruda kalmasını sağlayacağımızı görevi olanın, sorumluluğu olanın… Bir dirlik, bir dirim için ne yapmalıyız…
İşte orada yeniden aynı sorunun kuş dili. Hızır sensin, Hızır benim, Hızır biziz. Şimdi bir yerden başlamak zorundayız. Bir yerden ama artık kötüyü işaret etmekten öteye geçip, nasıl daha iyisini yapacağımızı anlatarak… Anlayarak. Erkenden kalkıp, yollara düşüp, çalışıp, özenip yaptığımız şeylere, dünyanın bizi hiçleştiren tüm çağrısına biz “varız” diye yanıt bulalım.
Bir işi, bir evi, bir sokağı paylaşmaktan çok daha güçlü olan, bir anlamı paylaşalım. O ortak anlamdır bizim ilerimiz, tutarımız…
Hızır’ın anlamı budur. Hızır bir vesiledir cana, zamana, darda olana…