Evren Barış Yavuz
Gaziemir’de biri ya da birileri bir duvara çarpı koyup, “defol Alevi” diye yazdı. Bir evin duvarına yazılan bu kaba, çirkin sözün binlerce evin duvarında izi çıktı. Aleviler için tekil olay yoktur, münferit yoktur, vaka-ı adliye yoktur. Bunu yüzlerce yılın hafıza kayıtlarından bilirler.
Gaziemir’den Maraş’a, Gazi Mahallesi’nden Ortaklar’a kadar uzanan hafıza defterinde bir kıvılcımla başlayan şeyin bir yangınla dönüştüğünü bilirler.
Mesele şudur; Aleviler ancak öldürüldüklerinde ya da tehdit edildiklerinde anımsanan kolektif varlıklarını nasıl olup da kolektif haklara ve buradan hareketle kendi üzerlerinde tasarruf yetkesine dönüştüreceklerdir.
Alevi inancı ve kültürü kırdan koparıldığından bu yana yakıcı bir köksüzleşme ile yüz yüze… Kırın iktisadi ve sosyal hayatı içinde kendi mahkemeleri, kurallar bütünü, onay ve ret mekanizmaları olan Alevi toplumu kentin iktisadi ve sosyal bütünü içinde bir türlü bir merkez üretmemiş halde.
Bir insan topluluğu sistematik biçimde öldürülüyorsa, kimliği-varoluşu ayrımcılığa tabi tutuluyor, yaşamın her alanında ikincilleştiriliyorsa, yerinden etme, asimilasyon ve sosyal baskıyla kendini inkara zorlanıyorsa… Buna karşı o topluluk ne yapmalıdır?
Aleviler yoksanmış bir toplumudur. Tüm yoksanmış toplumlar gibi bu gerçeği kabullenmedikçe daha da derinleşen bir yarılmayı, hiçleşmeyi yaşamakta, yolunu kaybetmekte, yolculuğu anlamsızlaşmaktadır.
Bu minvalde Aleviliğin inanç bütünü açısından ya da kimlik olarak aşılmasından söz ediliyor. Mümkündür ama Alevilik ancak Aleviler tarafından ve Alevi olunarak aşılabilir. Yaşanan yarılmanın inançsal ebadı, sosyal ebadının çok altında kalmış, Alevilerin kolektif inkâr-imha ve yerinden edilmesi coğrafyanın tüm toplumsal dinamiklerini hareket ettiren bir çığa dönüşmüştür.
Aslında en çok da Aleviler kendi kolektif varlıklarından ve bu varlıklarının yarattığı tesirden korkuyorlar. Aleviler bu toprakları zehirleyen dinsel faşizme karşı biriktirdikleri panzehrin tesirinden ‘dehşete’ düşüyorlar. Çünkü o kelamın içinde saklanan sırrın, aşkınlığın, maneviyatın insanlığın sonsuz kere alçaltılmasına dayanan siyasal İslamcılığa verilecek en berrak yanıt olduğunu biliyorlar.
Aleviler, İslam’ın daha henüz coğrafyasına sirayet etmeden başlayan kanlı iktidar paylaşımını sessizce izlediler. İslam’ın önderi Muhammed’in damadının hançerlenmesini, torunlarının boğazlanmasını seyrettiler. Kan ve altın iktidarları kurarak atlası nasıl savaşa boğduklarını gördüler.
Aleviler, Roma’dan saklanmış İsevilerin, hayatta kaldıkları her günün ücretini ödeyen Musevilerin, kırlarından edilmiş Paganların, yenilmiş Ön Asya tanrılarının bildikleri bir dille baş başa kaldılar. O denli derinlikliydi ki bu dilin bilinci, kendilerini bir tercihli ‘cehalete’ sakladılar. Derviş oldular, köylüklerin sessizliğine oydular bu dili.
Alevilerin korkusu buradan bilinmelidir. Onlar bildikleri şeyden korkuyorlar aslında. Bilmek durumunda kaldıkları o kelamı, sürekli kapılara, sayılara, nefeslere karıştırarak kararınca anlatıyorlar.
Alevilerin Bildikleri Nedir?
Aleviler geniş bir coğrafyada, farklı uluslardan ve kültürlerden oluşan çeşitli bir toplamı ifade ediyor. Fakat bu yazının konusu olan Anadolu Aleviliği başlı başına Alevilikler içinde özgün ve gelişmiş bir düşünce-duygu-eylem biçemine sahip. Özgünlüğünü öncelinden aldığı kodları, İslam içindeki göreli ilerici konumlanmalarla melezleştirme becerisine dayanıyor. Bu haliyle Alevilik İslam içinde olduğu durumlarda bir ‘reform’ odağı, İslam dışı olduğu durumlarda ise İslam’ın bugün eriştiği manevi düzlemin çok üzerine çıkabilecek ontolojisiyle onun bir alternatifi durumunda.
Alevilerin bildikleri diyalektik, doğacı ve komünalist bir mistizimdir. Bu mistisizm toplumun toplumsal maddi koşullarını kabul eden, dünyanın içinde bir manevi düzlem kuran ve bunu doğa ve öyküye yaslanarak inşa eden ‘heretizm’dir.
Aleviler, Anadolu heretikleridir. Anadolu’nun çitlenmesine (mülke bölünmesine), sömürgeleşmesine ve yağmalanmasına direnç gösteren hakların politik-etik motivasyonudur. Ve bu durum günceldir. Çitlenmiş, sömürgeleşmiş ve yağmalanmış Anadolu şimdi de yıkılmaktadır. Yıkılan coğrafyanın köklerini yine Aleviler sıkıca tutmaktadır.
Alevilerin bu denli öfkeye mahzar oluşları, böylesine derin ve ipe sapa gelmez nefret suçlarına maruz kalmaları da yine bu iç içe yapıdan ötürüdür. Salt dinsel bir ayrım değildir bu. Aleviliğe duyulan nefretin kökeni sınıfsaldır. Egemen sınıf ve zümrelerin egemen fikir hale gelmesidir. Tahakkümün ezilenlerce yayıldığı bir terbiye etme sistematiğidir Alevilere yönelik ayrımcılık ve düşmanlık. Aleviler terbiye edilmez ise sadece egemenlerinin ‘dini’ değil, mülkiyetlerini koruyan ‘devletleri’ de tehdit altına girecektir.
Alevi Önderliği Nedir?
Bahsini edeceğimiz önderlik yapısının önceki yüz yıla ait izlekleri bir yana ondan karşılık bulan karakteristik, kendini kadim bir anlamla ifade eden, politika yapmayan onu aşan, toprağa sahip olmayan ona ait olan tavırdır. Alevilerin önderliğinin bir toprak talebi yoktur bu yüzden, ait olduğu toprakta ‘insan sıfatında’ yaşamak telaşıdır. Yaşatmayan ise onu toprağında zehirlemeye çalışan, mülkiyetçi-devletçi-erkek İslam‘ıdır.
Böyle bir öndeliğin oluşması gerçekçi midir? Bunu bilmeyiz ama oluşmadığı durumda yaşananlar gerçektir. Miting meydanlarında öldürülmüş Alevi çocuklarını yuhalatan iktidar sahibinin, Antakya’da balkonunda Suriye’de ateşe verilmiş akraba köylerini seyreden Alevi’ye ilettiği not oldukça gerçektir. Zorunlu din dersleri gerçektir. Küçümsenen Cemevleri gerçektir. İş yerinde Zülfikar saklayan kadınlar gerçektir. Ana akım TV kanallarında edilen hakaretler, kulaktan kulağa fısıldanan o çirkinlik gerçektir.
Alevilerin sırrının bir hakikat haline gelmesi ise öncelikle olduğu her şeyin yanında bir Alevi olmak halinde saklıdır. Teolojinin-ontolojinin bir hayat inşa etmesidir. Özerkleşmesidir kendini inşa edeceği alanlarda. Dilini arındırması, maneviyatını doyurmasıdır. Tüm bunlar olurken, tüm bunlara engel olan şeylerin tümüne karşı amansız bir güçle direnç göstermesidir.
Alevilerin oldukları tüm kimlikler yanında (sınıf, cinsiyet, ulus, meslek, politik aidiyet) Alevi olma hakkının tanınmasıdır.
İlk çıra Alevilerin özgürlüğüdür.