J. Pack
Cinsiyetçilik: Bir cinsiyetin diğerinden üstün olduğunu savunan görüş ve ideolojidir.
Irkçılık: Bir ırkın diğer bir ırktan ya da ırklardan üstün olduğunu savunan görüş ve ideolojidir.
Türcülük: İnsanın kendi türünü başka canlılardan üstün tutması durumu (bkz: cinsiyetçilik, ırkçılık) ve sadece ait oldukları türden dolayı farklı değer addedmesidir. Yaşadığımız ‘uygar’ insan toplumunun ruhuna nüfuz etmiş bir olgudur.
Veganizm: Bir ideoloji değil, pratiktir. Her hayvanın eşit haklara sahip olduğunu savunur. Hayvansal her tür gıdayı, giyeceği ve diğer tüm yan ürünleri kullanmayı reddettiği için pratiktir.
Karnizm: Latince ‘karn’ kökünden türemiştir. ‘Karn’ etçilik demektir, etçillik değil. Yani etin biyolojik bir ihtiyaç değil, psikolojik ve sosyolojik bir istek haline gelmesidir.
Türcü ideoloji her zaman kendi türünü ve bazen başka türleri (kedi, köpek, kuş, kaplumbağa yani kısaca ‘evcil hayvan türleri’) diğer türlerden üstün tutar. Yani evinizdeki kedinin, köpeğin, kuşun haklarını savunup akşama pirzola kızartmak sizi ‘hayvansever’ kategorisinden çıkarır ve ‘hayvanını sever’ kategorisine sokar. Türcülüğün alt örneklerinden biridir. (Evcil hayvanlar, diğer hayvanlara göre üstün tutulmuştur.) Çiftlik hayvanlarının canlı olarak algılanmayıp, et olarak algılanmasının en büyük sebebi kesim işlerinin kapalı duvarlar arkasında yapılmasıdır. Pek çok kişi etleri sadece marketlerin, kasapların reyonlarında paketlenmiş olarak görür. Eti yiyen etin nereden, nasıl geldiğinin farkında değildir. Muhtemelen evcil hayvanından daha gelişmiş sistemlere sahip, zeki ve duygusal bir hayvanın sırt kaslarını yemektedir mesela.
Peki neden et yeriz? Neden bunun ihtiyacını duyarız? Etin iyi ve sağlıklı olduğu hatta güç verdiği, güçlenmek ve kaslanmak için et yememiz gerektiği yanılgısı* aristokrasi sınıfı ile birlikte şekillenmiştir. Et hep güçlünün yemeğidir, tıpkı aristokratlar gibi. Sömürdükleri işçiler ise sebze yerlerdi, çünkü onlar alt sınıftı. Et bu tür hiyerarşi toplumlarında güç göstergesiydi. Ancak sadece üst-alt sınıfla da kalmamaktadır. İşin cinsiyetçi bir boyutu da var; çünkü aristokratlar arasında da hiyerarşi vardır.
Aristokrat kadınlar da her zaman ikinci sınıf konumundaydı, onlar da sebze yerlerdi. Kadın da, işçi de, sebze de ikinci sınıf konumundaydı hep. *Yanılgı kelimesi kasıtlı olarak kullanılıyor; çünkü et yemenin gerekliliğini savunan geçerli somut bir veri bulunmuyor. Protein almamız için et yememiz gerektiği gibi yerleşmiş bir kültürel yanılgı var. Dışarıdan mutlaka alınması gereken elzem aminoasitler bitkisel besinlerde yeteri kadar bulunuyor; hatta bazı baklagiller yüzde olarak etten daha fazla protein içeriğine sahipler. -Bazı Asya ülkelerinde balık, yumurta, tavuk gibi hayvansal gıdalar kadınlara yasaktı.-Etiyopya’da et yiyen kadına ceza verilmekteydi.-Sebze yenilmiyor çünkü kadınlaştırılacağı düşünülüyor.-Sebze yiyen toplumlar, et yiyen İngilizler’in boyunduruğu altındaydı. Etin aristokratlar tarafından tüketilmesiyle de kalmayıp, sadece aristokratlar erkekler tarafından tüketildiği gerçeği bize cinsiyet ayrımcılığını gösteriyor.
Toplumlarda yüzyıllardır ataerkil ideolojinin yani erkeğin, genellikle fiziksel olarak daha güçlü olmasıyla başlayıp, her konuda hep en güçlü ve en üstte olduğu fikri oluşmuştur. Erkek en üstte olduğu için, söz sahibi olan odur, onun sözü geçer, kadınını seçmek ona kalmıştır. Ataerkil toplumlarda erkek, kadının da hayvanın da sahibidir. Kadın da hayvan da ettir onlar için. Artık tüm toplumlara yerleşen bu ideoloji, erkeklerin sahip olma yetkisinin olduğunu düşündürüyor. Bu sahip olma yanılgısıyla, hayvana da, kadına da tecavüz vardır.
Paul McCartney, PETA ve et:
Yukarıda bahsedilen sömürülerden en büyüklerinden birinin odağında tavuk vardır.Bilinenin aksine tavuk her gün yumurtlamaz. Fakat altından her gün yumurtaları alınan tavuklar, annelik içgüdüsüyle gün boyu yumurtalarını arar. Yuva hiç bir zaman yeterli sayıda yumurtaya ulaşamadığından da yumurtlamayı bırakamaz.
Endüstriyel anlamda kullanılan tavuk türü (Gallus gallus domesticus), doğada kendi başına bir senede 60 kere yumurtlarken, yumurta üretim fabrikalarında annelik içgüdüsü sömürüsüyle senede 300 kere yumurtlamaya zorlanırlar. Tavukların küçücük kafeslerde stresten birbirini gagalamaya başladığı için gagalarının daha civcivken kızgın demirle kesilmesinden bahsetmiyoruz bile. Ya da yumurtadan çıkan bütün erkek civcivlerin öldürülüp, torbalarla yem yapım fabrikalarına gittiğinden… Dahası da var! Organik yumurtalar ya da serbest dolaşım yumurtaları tavuğa hiç bir şekilde rahat sağlamıyor. Organik yumurta demek tavuğun bahçede gezip eşelendiği gibi bir çağrışım yapsa da, söylenilen şey aslında yemlere ekstradan ilaç koyulmadığı. Serbest dolaşımlı yumurtalar da tavuğun küçük kafeslerde tutulmadığı, gezebildiği tesislerden elde ediliyor. Fakat, ortamımız yine aynı, kapalı havasız fabrika içi. Yer yer tavukların dışarı çıkabilecekleri alanlar var; fakat bu alanlar da o kadar küçük ki! 5.000 tavuk 10 metrekare alanda nasıl, ne kadar dışarı çıkabilir? Yukarıdakiler sadece yumurta ile ilgiliydi ve henüz ete gelmedik bile. Tavuk et üretimi için öldürüldükten sonra tüyleri yolunur. Bazen ise ilk önce canlıyken tüyleri yolunup sonra kesilir.
Bu yolma işlemi, soyma işlemi tecavüzü andırır, ki bu noktada tavuğun hem özgürlüğüne hem de yaşam hakkına tecavüz edilmiştir bile. Zorla soyulduktan sonra, soyan için tecavüz mağduru bir kadın da, bir tavuk da artık sadece bir et parçasıdır. Tavukların, hangi yumurtaların döllenmiş olduğunu bilmediği düşünülüyor. Bu durumda “Ama bu sonuçta döllenmemiş yumurta, zaten civciv çıkmaz ki!” vicdani rahatlatma metodu suya düşüyor; tavuğun döllenmiş ya da döllenmemiş yumurtasını almanız, onu fellik fellik yumurtasını geri aramaya itiyor! Gelelim bir diğer hayvansal vazgeçilmeze: Sütün karton kutularda ağaçlarda yetişmediği aşikar.
Peki sütler nereden geliyor? Süt üretimindeki inekler gerçekten reklamlardaki gibi çayırlarda otlayıp “Ali bebek sütümüzü içsin!” diye ayağa kalkıp dansediyorlar mı? Süt, bilindiği gibi memeli hayvanların kendi yavruları için özel üretilen bir madde ve aynı insanlardaki gibi, hayvan sadece hamile olduğunda salgılanmaya başlıyor. İnekler de hamile olmadıkça, hayatları boyunca durduk yerde süt salgılamazlar; çünkü hamile kalmadıkça bu sütü içecek bir buzağı olmaz. Mesela anneniz bir bebeğe daha hamile olsa, ve süt salgılamaya başlasa annenizin sütünü alıp, müsli’nize karıştırıp afiyetle içer misiniz? İğrenç mi geldi? Peki içeriği insanlar için tasarlanmış insan sütü içmek tuhaf gelip midenizi bulandırırken, genetik olarak apayrı bir hayvanın hormon bezi salgılarını içmek neden bu kadar normal geliyor? İnekler, süt üretimi için istekleri dışında dölleniyorlar.
Peki istek dışı döllenmenin gerçek adı nedir? Tecavüz. Fakat işin içinde insan olmayınca, iş sevimlileştirilmeye çalışılıyor, tecavüz kelimesi kullanılmıyor ama suni döllenme kullanılıyor. Hiç televizyonda bir tecavüz haberinde insan için “istem dışı döllendi” diye bir ifadeye rastladınız mı? Ya da süt üretim çiftlikleri gezdiren çalışanlar “İşte burada da tecavüz ettiğimiz 50 inek sağılıyor!” der mi?
Tecavüz safhasını atlattık. İnek hamile kaldı, sonunda da bir buzağı doğurdu. Devamında düşünürsünüz ki anne inek ve buzağı mutlu mesut beraber yaşarlar. Sizi gerçeklere alalım:
Not: Gördüğünüz videodaki inek diğerlerine göre yine daha iyi ‘hapis’ şartlarına sahip.
Bu noktada aklınıza bir soru gelir: NEDEN?! Çünkü, süt üretimi bir endüstridir. Değil hayvan haklarını, insan haklarını bile önemsemez; çünkü salt amaç kar etmektir. Çünkü buzağı anne ineğin yanında tutulduğu müddetçe annenin sütünü içer, süt üretimini düşürür. Buzağı daha hayatında hiç süt içememiştir, çünkü onun içmesi gereken süt, her damlasına kadar bardağımıza koyduğunuz süttedir. Koca bir süt endüstrisinden geriye bu soru yığını kalır: Peki neden hayvanlara tecavüz edilen, anneleri çocuklarından zorla ayıran bu endüstrileri destekliyoruz? Süt içmemiz gerçekten gerekiyor mu, yoksa bu da zamanında “Sigara sağlığa yararlıdır.” diyen doktorlar gibi bir yalan mıdır? Neden reklam panolarından her daim süt içmemiz gerektiği vurgulanıyor? Dünya nüfusunun yaklaşık 75%’inin belli bir seviyede laktoz intoleransının olması bize sütün aslında doğal besinimiz olmadığını anlatır mı? Neden başka bir hayvanın sütünü içen tek canlı biziz? Her canlının sütü kendi yavrusuna göre özel üretilmişken, neden buzağı için kodlanmış bir maddeyi tüketme ihtiyacı hissederiz? Sekiz ay sonunda 250-270 kiloya çıkan buzağılar için tasarlanmış süt insanlar için ne kadar yararlı?
Buzağılar bile büyüdükten sonra süt içmezken, yetişkin insanlar neden süt içer? Hiç ineğin sütünü içen başka bir inek ya da boğa gördünüz mü? Sütün yoğun tüketildiği ülkelerde kemik erimesinin daha fazla görülmesinin sebebi nedir? Ama hani süt kemikleri güçlendiriyordu? Herşeyden öte nasıl oldu da hayvanların midelerinin, barsaklarının, akciğerlerinin, böbreklerinin olması gerektiği gibi çalıştığına ikna olduk da, bir tek beyinlerinin gelişmemiş olduğuna ikna olduk?
Nasıl oldu da hayvanların aslında sadece içgüdülerle hareket ettiğine, duyguları olmadığına, etraflarını bizim gibi algılayamadıklarına inandık? Nasıl inandık “insancıl” kesim diye birşey olabileceğine? İnsancıl kesim, yani insancıl cinayet olabilir mi? Bu durumda insancıl işkence mümkün mü? Peki ya insancıl tecavüz etsek problem olur mu? “Türcülüğü destekleyen ideolojiler, seksizm ve ırkçılığı teşvik eden ideolojilerin içinde de vardır. Vegan siyahi bir kadın olarak, sömürü halkalarının birbiri içine geçmiş olmasına karşı çok hassasım. Sadece hayvan özgürlüğü, sadece kadın özgürlüğü ya da sadece siyahi ya da diğer ırktan insanların özgürlüğüne odaklanmak yerine, hepsinin nasıl birbirine bağlı olduğunu -ve diğer gruplar baskın ideolojiler tarafından köleleştiriliyorken, bir grubu özgürleştirmenin mümkün olmadığını- anlamamız gerek. Özgürlük, hepsi (herkes değil) için gelmeli.”
Kaynak: http://www.5harfliler.com/et-sut-yumurta-tecavuz-ve-feminizm/