Korona Sonrası için “Nisan Tezleri”

Categories Genel, YazılarPosted on

Evren Barış Yavuz

Yerküre, tarihinin en kırılgan dönemlerinden birini geçiriyor. Sermayenin küreselleşmesi, emeğin ve savaşın ihraç sistemi, ulaşım ağlarının yaygınlığı ve hızı ile dünyamız kocaman camdan bir küre artık.

Elbette bir gezegen olarak Dünya yaşamından söz etmiyoruz, bir tasavvur olarak dünyanın üzerinde serpilen gelişen insanlığın krizi bu. İnsanlık uzun zamandır bir uygarlık krizi içinde. Düne dair inşa edilmiş bütün kavramlar atlası dağıldı gitti. Savaşlar, kırımlar, soy kırımlar, doğanın ve canlı çeşitliliğinin yok edilmesi, gelir adaletsizliği, işsizlik şokları, iklim krizi… Bu uzun listenin eksiği çok fazlası yok. Bu krizleşmiş zamanın içinde yeni arayışlar, geçmişin büyük ve güzel öykülerine yönelen nostaljiler de yok değil.

Küresel eğlence sektörü, moda, turizm gibi parlaklığı ile göz kamaştıran organizasyonlar usulca söndüler. Devletlerin güç gösterine konu alan silahlanma yarışı birdenbire boşluğa düştü. Tüm dinsel anlatılar, ırk – renk – cinsiyet üstünlüğü anlatan kurumlar ve yapılar suskunluğa gömüldü. İnsanlığın asalağı olan tüm bu yapay gündemler, hamaset, eril dil, lüks ve savurganlığın kör kuyuları, gerçek anlamda dünyaya faydası olmayan birer “hata” olduğu anlaşıldı.

Yeni bir çağ başlayacak buradan, sahiden bir kavşaktayız. Ya buradan sonsuz bir barbarlık çıkacak, ki olasılık içinde güçlü gözüküyor. Ya da yeni bir yaşam biçimi alışkanlıkları ile kamuculuğun yani toplumsal yararın odağına alındığı bir dünya çıkacak.

Eğitim, ilaç ve sağlık alanlarının sektöre bırakılamayacağı gün gibi ortada. Ayrıca temel tüketim ve temizlik maddeleri, bunların fiyatları ile ilgili de kamusal yarar ve denetimin gerekliliği belirgin hale geldi.

Ayrıca iklim krizi ile daha belirgin hale gelen, tarımsal üretim sorunu, su sorunu, kıtlık riski ve kitlesel yoksulluk durumu da bu virüsün kadrajından okunabilir. 

Bir yol ayrımı bu. Dünya küresel yok oluşuna hızla devam etmeyi veya bu yok oluş sürecine onu getiren şartları değiştirmeyi önüne koyacak. Yol ayrımı belirgin biçimde siyaseti değiştirecek. Ütopyanın yitimini yaşamıştı ki distopyanın içindeyiz, şimdi yeniden hayal kurmanın mahsuru yok. Bu çağa ait, bu çağın yıkıcı çelişkilerinden beslenen bir hakikat ütopyası, hem hakikate yaslanan hem de daha güzel bir yaşamı düşleyen…

Bu ütopya bekleyerek, sadece düş ederek gelmeyecek. Buna adım adım, hakikatli adımlarla yürüyeceğiz belki de…. İlk iş tüketmeyeceğiz. Fazlasını tüketmek, tüketimi arttırmak, ihtiyacın olmayanı almak insanın ruhu kirleten bir çöldür. Bir çöldür ki genişler içinizde. Asla doymaz.

Fazla tüketim bu dünyayı bu hale getiren, fazladan üretim, bu fazlanın satılması için sonsuz sömürü, doğa yağması hammadde için… Bu ürünler satılsın diye reklamlar, bu ürünlerin sponsorluğunda endüstriyellemiş spor… Fazla üretimin asalakları, onların çarkı dönsün diye yasalar, grev yasakları. Üretimin ve sömürünün kıtalar arası geçişi, ulus aşırı şirketler onların devletleri, onlar darbeleri, öldürme pratikleri… Yıkılan doğa, biten doğal üretim, fazladan üretilen hayvanların katli, o katliamların piyasaya sürdüğü hormonlu et, o etlerin içinde ilaçlar, hastalıklar… Hepsi fazla tüketimin, onun meta fetişi arzu hissinin sonucu.

Tüketme, hayal kur, şimdiden başla çalışmaya

Bu salgın bir tüketim ve doğaya saygısızlık kültürünün sonucudur. Hayvansal beslenmeye dayalı insan kültürünün, sürekli olarak hayvanlardan geçen hastalıklarla kırılıp durmasının devamıdır. 

Salgının sınıfı yoktur, etkileri ise sınıfsaldır. Yoksulların, evsizlerin, az beslenmiş, az uyumuş, rutubetli evlerde kalmış, bedenlerini parçalayan işler yapmış insanları eksiltecek olan bir doğal yıkımdır. 

Önce yoksullar, göçmen yoksullar, ayrımcılığa tabi tutulduğu için kötü koşullarda yaşayanları vuracak bu salgın. Eğer insanlık bir köklü değişime gitmezse, güçlüler daha güçlü, zayıflar daha zayıf olacak.

Salgın, berbat hayatlar yaşayan, evleri eve, işleri işe benzemeyen, hakir görülen, öteye itilen, örselenmiş olanların tam ortasında patlayan bir bombadır. Bu günler yaşamda canları sıkılma lüksüne sahip olanlarla, yaşamak için canlarını tehlikeye atma zorunda olanların amansız çelişkisini taşır.

Lüks ve marka maske takanların çağında, el beziyle sokağa düşenlerin kimsenin umursamadığı öyküsüdür yaşanan. Salgın aslında eşitsizliği sadece görünür kılmıştır, salgından daha yaygın ve öldürücü olan adaletsizliktir.

Dünya bu kasılmadan bir biçimde çıkacaktır. Elinde iki yönü olan bir harita ile… Ya dijitalleşmiş, sosyal izlemenin amansız hal aldığı bir dijital faşizm olacaktır yönü ya da yeni ve çağdaş bir kamuculuk olacaktır.

Dayanışma güçlüdür, yaşatır. Dayanışma politikadır bilhassa. Sadakanın, iyilikseverliğin panzehridir. Güç verir paylaşmak. Devletin ve sermayenin zayıf bıraktığı alanları güçlendirmek, gündelik yaşamı örgütlemek politikanın en has halidir. 

Eve kapatılmış insanlara tüketim dayatarak kasalarını dolduran şirketler paralarını sayarken, halkın ölülerini saymasıdır zamanın gerçek kaydı. Bu zaman vicdan yetmeyecektir.

Vicdan kişisel bir olgudur, vicdansızlık ise toplumsaldır. Şu ya da bu biçimde bu kötülük rejimi ile suç ortağı olmuş insanlar için vicdana yapılmış, değer gözeten çağrılar sadece “zayıflık göstergesidir”. Vicdanlı olmak yetmeyecektir böylesi hallerde. Güçlü ve vicdanlı olunmalıdır.