Yeni Devrimci Özne ve Bedenin Yıkımı

Categories Genel, YazılarPosted on

 

“Beden asla beden sahibinin olamayacak kadar önemlidir.”

 

 

Tüm evreni bir akıl tasarımıyla anlamak için yola çıkılalı uzun zaman oldu. Erken-Modern aklın tarihi, akıldışının büyük kısa devreleriyle kesintiye uğradı. Akıldışı, kendini büyük vahşet gösterileriyle, kusursuz cinayetleriyle açık etti sıklıkla. Modern aklın doğru orantısı, kimi zaman toplama kamplarındaki muhteşem teknik, atom bombasında görülen harikulade bilim, bir yüzyılda yüz milyon insanı öldüren savaşlarda gördüğümüz teknolojik başarıyla gülünçleştirdi iyimser her söz öbeğini. Modern akıl aslında karşıtıyla özdeş bir masaldan fazlası ola(z)madı. Akıl, tahakküm gücünü kaybettiğinde akıldışını devreye sokarak yetkesini tesis edecek, hemen ardından, muzaffer akıldışı lanetlenerek, akıl yeniden temize çekilecekti.

Akla itirazların da çağını yaşadık. Kalbin/ duygunun öne çıkarıldığı, esrik tasarımların övgüyle karşılandığı zaman aralıklarını da gördük birlikte. Akla itiraz aklın bir görünümü olarak vicdan ile kategorileşti, umut ve ilerleme ilkeleriyle perçinlendi. Kalbin zamanını kuranlar, aklın ve akılcılığın boşluklarında söz ve duyum üretirken, akıl yine bir yolunu bulup, kalbin anlamla biçimini belirledi.

Akıl da kalp de bir iyimserlikten bir kötümserliğe yol alırken, beden unutulan bir kıta olup keşfini bekledi karanlık kuytularda. Aklı ve kalbi yenen, katil ya da tanık olarak biçimlendiren iktidar görünümleri, bedeni eskil tanımları eklenmiş olarak kurguladı. Beden akıl’dan ve kalp’ten geri alınıp, bir özerk alan haline geldiğinde ise, bedenin intikamı/ intiharı ya da intizarı başladı.

Aklın ve kalbin geriliminde savrulup duran beden ise başlı başına bir ideoloji olarak yabancılaştı, yansımasından yeniden üretildi. Aklın ve kalbin Baroque’u bedenin şatafatlı geri dönüşünü müjdeliyordu.Beden asla beden sahibinin olamayacak kadar önemliydi çünkü.

Beden ‘dilde bir an’ olarak tüm iktidar biçimlerinin yeniden ve yeniden inşa edildiği bir tasarım halini aldı. Bir tasarım olarak beden yabancılaşmış bir arzu nesnesine dönüşürken, arzuyu yöneten bedeni yönetme silahını, akla ve duyguya karşı kullandı. Akıl ve duygu, bedeni bilmek/ belirlemek bir yana bedence belirlenir, dönüştürülür oldu. Belki de aklın ve duygunun kökleştiremediği mutlak iktidarı beden kökleştirdi. akılda ve kalpte denenen özgürlük olanakları, büyük özgürsüzlükle yanıtlandı.

Beden ve terbiye[1] cumhuriyetlerinden, beden ve kışkırtılma rejimlerine, arzunun sınırsız/ huzursuz gerçekleşme kasılmalarından, fantezinin büyük özgürlüğüne değin, beden binlerce ve binlerce vuruşla yeniden tene oyuldu/ kuruldu.

Bellum omnium contra omnes

Yaşadığımız sistemin adının koyulması için oldukça verimli kavramlar dolaşımdadır. Geç kapitalizm ya da küresel emperyalist dönem. Tekelci kapitalizm çağı ya da burjuvazinin mutlak egemenliğinin ilan edildiği çağ…

Bizler bir sistemde yaşıyoruz ve iradesine katılamadığımız bu sistemin bir parçası, sürdürücüsü, sonucu ve sebebiyiz. Yaşadığımız şeyin adı Bellum omnium contra omnes[2] olmalı. Her insanın bir diğeriyle değiştirebilirliği üzerine kurulmuş sonsuz bant sistemi. Sığınaklar bombalanmış, kutsallar yırtılmış, aidiyetler iğdiş edilmiş, atıflar boşa düşmüş, yalvaçlar ihanet etmişken. Her birimize kurulmuş karakolların sayılar, sözcükler, imajlar bombardımanı.

Yaşadığımız zamanı, yeni sömürgecilik olarak tarifliyorum.[3] Yeni bir sömürgecilik ki artık bir toprağın ya da insan grubunun egemenlerce sömürge haline gelmesinden ibaret olmayan, insan’ın insan’ın sömürgesihaline geldiği bir akıl ve kalp rejiminden bahsediyoruz.

Herkes herkesin sömürgesi, her birimiz sömürgecimizle özdeş, hepimiz sömürge olduğumuz için yaralı, sömürgeleştirdiğimiz için yara açan. En kalabalık ve en ıssız çağın ortasında, artık hücrelere gönüllü girilip, kürek cezalarına hevesle yazılıyoruz.

Buraya kadar bahsini ettiğimiz, tek başına ekonomik ya da politik/ ideolojik bir kriz değil, bir insanlık kriziydi.[4]  Ve fakat bu insanlık krizi de aşıldı, kökleşti, kriz olmak özelliği yitirdi, olağanlaşmış bir özel kültürel mantık halini aldı. İnsanlık bir fikir olarak sahneden çekildiğinde geriye yine büyük hayalkırıklığıkaldı.

Beden krizin kendisidir artık. İnsan akıldan ve kalpten öteye geçmiştir. İktidar her ne ise, her ne için işletiliyorsa en çok bedende mutlaklaşmaktadır. İnsanlık aşılıp bir köleliğe yeniden ikna edilirken, beden köleliğin en yoğunlaştığı özel alanı oluşturdu. Aklından ve kalbinden koparılan beden, sahibini yendi, teslim aldı.

Sömürge insan[5] hayatının merkezine eğlenmeyi koyduğu için sürekli sıkılmaktan alıkoyamıyor kendini. Psikiyatrik aşındırıcılarla duygularını yönetebiliyor, pornografiyle anlamlandırıyor cinselliğini, alışveriş dinlerine tapınıyor, kozmetikle kabul edebiliyor ancak gövdesine yük olan tenini, şiddet boşalmalarıyla dindiriyor ona uygulanan iktidarın sızı[6]sını.

Sömürge insan, cerrahi operasyon seanslarından hobi akşamlarına, yoga ayinlerinden uzak doğu mistiklerinin eserlerine savrulup dururken, her şeyden huzursuz, her şeyle mutlu her şeyi severek her şeyle uzlaşarak, sonsuz kere çoğaltıyor, kırılmış suretini yansımasında.

Sömürge insan, rekabet ediyor, yarışıyor, aşkına mütekabiliyet istiyor, kendi yaşamını mutlaklaştırırken, başkalarının ölümünü usulca örtüyor. Video oyunlarında öldürüyor. Kazanıyor. Şehvetle dişlerini sıkıyor. Devletin gözlerini bakıyor, kendini de o gözlerle seyrediyor, gözleri bir göz olmaktan çıkıp kendisine yönelmiş güvenlik kamerası oluveriyor. Kendi gözleriyle değil sömürgeciliğin gözleriyle bakıyor yaşamına, tapularını sayıyor, banka hesaplarını kontrol ediyor, arabasının markasıyla kamaşıyor, hiddetiyle başı dönüyor arzusunun.

Sömürge insan, sosyal medya mecralarında kendine yaşamaya değer öyküler, yaşamaktan daha heyecan verici ömürler arıyor. Ucuz özgürlüğün hızla kazandırdığı hissedişlerle, bir başkası olabilmenin keyfini yaşıyor. Sınırlı da olsa muhalefet etme becerisini soğuran, yaşamla kurduğu doğrudan nedensel bağları felç eden bir bilgiye ve iletişime maruz kalıyor.

Beden ideolojisi için imge, doyurulamayan arzunun, asla doyurulamayan başka bir arzuyla değiş tokuşundan ibaret. İmge asla doyurulamayacağı için simgeye yüklenen büyük anlam,   simge hiçbir zaman gerçeği çağırmayacağından gerçeksizlikle mükemmelleşiyor.

Mükemmel bir beden; içinde binlerce benlik taşıyan ve aslında bu benlikleri taşımak istemeyen, bu benliklerle tezat arzularla kasılıp duran. Mükemmel bir sömürgecilik için insanları oldukları gibi seven bir sınıf; Burjuvazi.[7]

Yeni devrimci özne; Aklın, kalbin, bedenin bütünleşmesi ihtimalinin siyasal/ ideolojik aksiyonudur. Bir inşa olarak öznenin sızısızlaşmak, kendi gözleriyle kendisine bakabilmek ve kendi bedenini geri almak için yürüttüğü sömürgecilik karşıtı mücadele.  Cızırtılı bir radyodan sesi geliyor Rosa’nın:  “Buradaydım, buradayım, hep burada olacağım”

 

[1] Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünün görevi, vatandaşların beden ve ruh sağlığıyla bedensel ve ruhsal yeteneklerinin gelişimini cimnastik, spor ve oyun çalışmalarıyla sağlamak, vatan sevgilerini, Atatürk İnkılap ve ilkelerine bağlılıklarını, arkadaşlık ve disiplin duygularını, spor sevgilerini ve spor yapma alışkanlıklarını geliştirmek, onları kötü alışkanlıklardan korumaktır.

 

 

 

[2] “Herkesin herkesle savaşı”, Thomas Hobbes,

[3] Neo-Kolonyal söylemi akıldan çıkarmaksızın.

[4] Fikret Başkaya’yı anımsayarak.

[5] Sömürge insanı değil, başlı başına sömürge olan insan…

[6] Elias Canetti, Kitle ve İktidar, Ayrıntı Yayınları

[7] T. Adorno, Minima Moralia, Metis Yayınları